Yaşamak Şakaya Gelmez

Yaşamak şakaya
gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye
alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine
ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin
dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yani ağır bastığından.
Nazım Hikmet
Fransa’nın Nice kentinde, butik bir lokantaya gitmek, güzel yemek, hemde cüzdana fazla yük olmak istemiyorsanız ve de bu ufacık lokantada yer bulursanız uğrayın "La Merenda” ya. Sahibi ve şef’i "Dominique Le Stanc”, tuhaf bir adam. Michelin yıldızını ve büyük lokantaları bırakmış bir kenara. Lokantanın telefonu yok, kredi kartı geçmez ve menüsü 12 yıldır hep aynı..
Dominique ile sabah 8:00 de buluştuk alışveriş yaptık,
yemekleri hazırladık ve fırına verdik. "Gel biraz gezelim” dedi. Eski Nis’te
yürüyüşe geçtik, Hamurcu ve makarnacı, fırın, balıkçı derken zeytinyağcıya
gidelim dedi. Büyük bir dükkana girdik. Dünyanın zeytin yetiştiren her
köşesinden yüzlerce zeytinyağları raflarda. Ortada kocaman bir masa, üzerinde
minik kaşelerde zeytinyağları ve yanlarındaki plakette geldikleri yöre,
cinsleri hakkında bilgiler. Dükkan sahibi, "Nerelisiniz, Güney
Amerikalı’mısınız” diye sorunca, her zamanki heyecanım ile, "Hayır Türk’üm”
dedim. Adamın yüzü aydınlandı.. "Aaaa zeytinyağının ana vatanı” deyiverdi.
Oturduğumuz toprakların öneminden, medeniyetlerin beşiği olmamızdan,
Hititlerden, tahıldan ve zeytinin
anavatanı olduğunu iddia ettiği Antakya’dan bahsettik. "Maalesef bize hiç
Antakya’dan zeytinyağı gelmiyor” dedi.. Bir saat kaldık tadımda ve muhabbette,
öğle servisi başlamadan lokantaya dönmek üzere ayrıldık.
İşte böyle toprakların üzerinde oturuyoruz sevgili
dostlar. Hep söylerim ya, "Ülkemizde yerin altında petrolümüz yok ama yerin
altında daha değerli hazinelerimiz, tarihimiz var” diye. Tarihi eserlerimizi ve
güzelim şehirlerimizi başta İstanbulumuz olmak üzere süratle yok ediyoruz.
"Yeryüzünde bekçisi olduğumuz topraklarda mevcudiyetinin farkında olmadığımız
zenginlikler” yazı dizisi başlasam, liste başında zeytinyağı gelir.
Gelelim konumuza: Zeytin, mitolojide adı geçen bir meyve.
Tek tanrılı üç büyük din için kutsal bir bitki. Arap ülkelerinde hurma ile
açılan oruç, Anadolu’muz da zeytin ile açılır. Hz. Muhammed saçlarına ve
vücüduna zeytinyağı sürermiş. Hippy gençliğimiz de yazları tek bir sort ile tüm
günümüzü geçirdiğimiz günlerde, Akdeniz’in yakıcı güneş ve tuzuna karşı
vücüdumuzu ve uzun saçlarımızı zeytinyağı ile korur idik. Eski Mısırda otlar
ile karıştırıp kozmetik olarak kullanılır imiş. Helenistik dönemde Zeytin ağacı
kesmenin cezası insan öldürmek ile bir sayılıyor ve suçlu ölüm cezasına
çarptırılıyor imiş.. Düşünün…
Zeytin ağacındaki çiçeklerden 20 sinden biri ancak zeytine dönüşüyor. Zeytin ilk önce mor, sonra yeşil sonra da siyah rengi alıyor. A, D, E, ve K, vitaminleri içeriyor.
Türk mutfağı, "Zeytinyağlılar” olarak adlandırılan bir
yemek kategorisine sahip dünya daki tek mutfaktır. HASTASIYIM
Zeytinyağı nın anavatanı’nın Afrika olduğu, Mısır üzerinden doğu Akdeniz’e geldiği söylenir. Ama o zamanlarda bu yağın %95’i "Lampant”, yani, kandil yağı…Bu durumda , Antakya civarı ise zamanın bir nevi enerji yatakları.
İtalya’nın Puglia bölgesi asırlık zeytin ağaçları ile
ünlü. Herbiri tek tek numaralı ve envanterde, budamak bile izne tabi. Bizdeki
bilmemne koparatifi evlerine arsa açmak için bir gecede oldu bittiye getirilen
zeytin ağacı katliamlarını buralarda göremeyiz. O müeahhitler buralarda
yaşamazlar..
Ağaçlar ile konuşman lazım derler. İtalya’da zeytinci
dostlar ile sohbet arasında, iki ayrı kişiden iki ayrı hikaye dinlemiştim.
Ağacın biri meyve vermiyormuş, yaşlı ve bilge Zeytinci
şöyle demiş, "Ağaca kızacaksın, biraz ağır konuş ve azarla, azarı işiten ağaç
derhal filizler vermeye başlar”. Diğer metod ise biraz gaddar: Meyve vermeyen
elma ağacının dibine balta ile gitmişler, kesilmekten korkan ağacın dalları
elmadan kırılacak hale gelmiş. Bu ikinci metod pek sempatik gelmedi doğrusu.
Ağacın kabuğunun içine girdim ve usulca konuşarak bin yıllık kalın derisini okşamaya başladım.
Puglia’nın meşhur DOP zeytin ağaçları bölgesindeyiz.
"Guimetta çifliğinde sahibi Giovanni ve agromomi uzmanı (Bitkileri kullanarak ve üreterek; gıda, yakıt,
lif ve arazi ıslahı için kullanılmasını sağlayan bilim)
Damiano bizi 1200 adet DOP (Menşei Korunmuştur) tescilli ve numaralı zeytinliğine götürdü.
Damiano’ya göre beş şartı seviyor bu yüzlerce asırlık
zeytin ağaçları;
1-
Güneş: Senede ortalama 300 gün güneş bazı uzun
yaz günleri 12 saat parıldıyor Puglia’da
2-
Yalnızlık: Çok nüfüs patlaması yaşanmıyor ve göç
almıyor bu topraklar
3-
Sert ve taşlık kurak toprak: Az yağmurlu alan
kireç taşlı bir toprak su da tutmuyor .
4-
Susuzluk: Senede sadece 60’a yakın gün yağmurlu,
o da senede ortalama .01mm günde…
5-
Sessizlik: Böcekler bile vızıldamıyor. Bizim
ülkemizdeki zeytin ağaçlarının düşmanı, siteler ve fabrikalar buralarda
faaliyet gösteremiyor. Tek tek numaralanmış ağaçları değil kesmek, budamak bile
izinlere tabi.
Siz hiç bir "Ağaç” ile konuştunuzmu? Pek hoş sohbet
olmasada en azından iyi bir dinleyici. Asırlık zeytin ağaçları ile konuşurken
biraz dikkat etmelisiniz. Fısıldıyarak az ve öz konuşmalısınız. "Bu ağaçlar
diğer ağaçlara benzemez herşeyden önce bilge ağaçlardır”, dedi bir zeytinci.
Sanırım sizlerde şu an biraz deli olduğumu düşünüyorsunuz.
Ayhan Sicimoğlu, Haziran 2017